RADYO DÜŞ GEÇİTİ (Osman Aktaş)
  Gök Yüzü Saatleri
 






























      Seni anlatabilmek


      yüzüm bir piyanisti doğrular 
      kutsal kitaplara göre 
      bitmemiş kâbuslar
      tümsek aynalara yansır 
      koyu kederler
      koyu yüreklere oturunca
      kopkoyu bir göz yaşı düşer
      kır çiçeklerine
      serin akşamlardan
      terleyen yerlerime aldırmadan
      seni anlatabilmek
      bütün yeryüzüne

                               Kasım 87
                                Ankara











Sert zeminde sevişme


iki sökük
arası kara /delik
ıssız bir tapınak
acının ve mutluluğun çakıştığı yerde
belki de
hem gündüz
hem gece olacak
sözümüzün
özümüze uygun olması için
baksak geriye
her şey aynı
baksak ileriye
gelecek geçmiş olacak

Mayıs 88
Ankara







 









İntihar


intihar

sen ne güzel
ne kutsalsın
bu yüzden yasak
sana dokunmak


ah intihar
bulvarlar kapanıyor ayaklarıma
ayaklarım bir yer altı sütunu
gök üzerime kurulu
bedenim yeryüzüne sarılı
bu yüzden yıpranmışım
kirlenmişim bu yüzden


intihar
say ki
senin gözlerin kirlenmiş
benim ellerim
yüreğimle sileyim
ne dersin
bir düşün istersen


intihar
yüzünde masal
dallansın
budaklansın
sana sokuldukça yollarım
dipsiz bir uçurum olsun
beni kendine râm etmişsin
kuşkusuz
şartsız şurtsuz


ellerin nasıl da kış
gözlerin ne kadar bahar
intihar
gece gibi âsisin
seviyorum seni
yine de


gök yüzünü sarar şavkın
daha bir nazlı eser
rüzgârlar
meltemler
kuşlar
kıyama durur
huzurunda
gök kıratlı gürler
intihar

Eylül 88
Ankara


















şeytanın randevusuna geç kalınca uydurduklarım



cehennemliğimdir akşam/altıları
içkili değilsem
içkiliyken daha çok severim tanrIyı
tanrInın beni sevmediği kadar


yüreğim bir gemici kahvesi
dışarıda ıslık çalıyor rüzgâr
"Yüce dağ başında yanar bir ışık"
burnumdan ve tüm plastik yerlerimden soluyarak
bir serüven okuyorum
cezayirde kurşunlanmadan önce
gözleriniz yine kan çanağı
kadeh kaldırıyorum şerefinize
ömrünü suç işlemeye ayarlayanlar
kendinizi nisan yağmuruna bırakın
ve
beni dinleyin


diz boyu adınız
dökülmüş sokaklara
sokaklar ve ben
eski bir erzurum uyukluyoruz
anadolu kıyısında
anadolu sizin bildiğiniz gibi


şu akdeniz
latince bakıyor gözlerime
korkulacak kadar zeynepsizim
her zeynep bir ankara
insan bir kez ölmeye görsün
kent ve gece yitirir câzibesini
allaHına kadar
eylül ve on ikiyi konuşur
gece yarılarına kadar
banliyölerde
reziller
dönmeler
iki kat kirlenir
yanlış beyaz benimseyen sözcükler


şimdi ben sizi dinliyorum
can kulağımla

15 Aralık'91
ANKARA
















utanmak erdemdir


küçük bir oyundu
karpuz kabuğunu tersinden öpmek
konuşmadan
yüksek heyecan içinde
anlamları vurguya yüklemek
yarını satın almak
kapalı zarf usulü


siyah yazılmış bir geçmişe bakarak
kendime bir Çarşamba söylüyorum
koltuk altına sıkıştırdığım yalanları
kahramanca taşıdım
tasvirler daha okşayıcı
daha inandırıcı olabilirdi
cami avlularında
teneşir
tabut
ve
ben
eğilip öpemeyeceğim
anamın kınalı ellerinden

11 Temmuz'93
ANKARA
 







kızamık geçiren çocuktur ülkem



bir kendini
bir istanbulu saklıyordu
göl kıyısında
ekmek bilmez
esmer bir çocuk
esmer ülkede
masmavi sürgündü
atları çözerdi
tutsak şehirlerden

 


şu halimize bak
insanlar sahipsiz
insanlar amerikandan uzak
insanlar bir saksıda
bir yabancı bakıyor
her yanda tuzak
bir düşünce kadar yumuşak
düşlerdeki utku

 


kaldırın
ne kadar güneş varsa
gök yüzünde
bir dervişin sevinci
sizi zorlayan
bugünkü engelleriniz
türküler ve çiçekler
onarın kırılan yerlerini
ki engel kalmasın önünüzde

 


gece genelevlerini günaha kesip
bir bardak ay ışığında
pis ellerimizi çalkalayıp
çirkin bir çağ kuşanarak
bir soytarı gibi
haksızlığı doğrudan kavrıyorsa avuçlarımız
sarışın sevgimizi
ve
esrik kahkahamızı 
sunabiliriz prenseslere

 

7 Mart'95
BAŞKALE













bir varmış bir yokmuş


nurdan atını çamura süren bir yolcu
ne sağcı
ne de solcu
bataklıktan fışkıran gözyaşlarını denize akıtarak
gölgesiyle kucaklaşan
şu güz akşamlarını
göçmen kuşlardan dinliyormuş


gözlerinde yeni yaratılmış bir cennet
aphrodite
rüyasında destanlar görürmüş
güneşi taşırmış uzak ormanlara
türküler eşliğinde
şarkılar
mor rüzgârların elindeyken
Apollo'yu ve Zeus'u
benzetirmiş
'cumartesi arkadaşları'na


gel zaman
git zaman
gün olmuş
bulut balığı geçmiş mahallelerinden
sevinçten oynamışlar
el ele tutuşan çocuklar
kaldırımlara sabahlamışlar


her akşam
sıkıntı kokan bir Ermeni
umutsuz bir amerika olmuş
sonra umutlanıp ankaraya durmuş
aşkı cinsellikte arayan
Freud'muş
uzun kirpikleriyle
bir temmuz
atlamış kucağına
bütün hayvanlıklarını göstermiş
ama
o
velilerdenmiş
dönüp bakmamış
gün ağarırken
haliçte
bir çocuk ölü bulunmuş
bir eylül sabahı
şafak kazıcılarınca


hurda bir pencereden görünen vadideymişim
vadide dişi bir padişah
askerlerini motive ediyormuş
bense memelerine bakıyormuşum
niye mi
eşekliğimden
yani
Freud'u doğrulamak için

19 Haziran'94
ANKARA














gemisiz nuhlara liman


kendime ihanet içindeyim
bin bir gece intiharları gibi
devlet memurları gibi
memur devletleri gibi
tersine akmayan nehirleri düzeltiyorum
sana bakmamak için


bakın bir pavyon gibiyim
arabeske çalıyorum
neonlar arasında
bir kadın
kalçalarını çalkalıyor


gözlerim son havari
peygamber peygamber dolaşarak masaları
İsa ve kendi sonunu hazırlamakta
kendini çarmıha gerenler
kendiyle nasıl yüzleşecekler


bir tedirginlik
bir huzursuzluk
büyüdükçe büyüyor
yüreğimin tam ortasında
yorgun bir müzisyen gibi
klarnete tutunarak
dolaşıyor
Meryem'in etrafında
hayranlığını ifade etmek için


terkedilmiş gemi oluyorum
ruhsuz ve Nuhsuzluğa mahkûm
her çifti çift görüyorum
bir dümene sarılmışım
size sarılacak bir şey bırakmamışım
kıyamete kadar
yaşayacak değilim ya
benden sonra da siz sarılın


gece uzadıkça ben kısalıyorum
abdestsiz okuyorum yüzümü
aynalara her bakışta
bir yerimi keşfediyorum
yüzüm bir şehrin anatomisi
otobüsler
taksiler
banliyöler
semtler ve şehirler arası
cennet ve cehennem arası
biraz ter
biraz kir
tıkıyor trafiğimi
yanlış yanmayan lambalar
ne işe yarar
benim işime yaramadıktan sonra


bir kadın bana tutunuyor
ben kendime sakınıyorum
ellerim bir düşüşün endişesinde
surattan mı
sırattan mı
düşüyorum
şaşkınım Allah'ın ve insanın huzurunda
ertelenmiş bir fazlalığım
kendimi iptal ediyorum
bundan böyle
susacağım
mutlak bir şiir bir yüze yansıyıncaya dek
çözülünceye dek
çok bilinmeyenli denklemlerim


Bermuda Rahman üçgeni
Cennet
Cehennem
Araf
artık kendim bertarafım
şeytanın karşısında

Haziran'91
ERZURUM










kayı boyu üçgeni


dünü çok ucuza kapattık
bugün sırılsıklam tenhayım
sayım çoğalıyor
huyum değiştikçe
yarın içimde kuraklık
kendimi tanışıyor
televole masalarında
adım sayıklanıyor
adım ayıklanıyor
bir kayıkla gece sefasında
boğazda
süreli yayınlarda
bir imzadan ibaretim
beni tanıdığınıza sevindim dostum
kastım kendimi tanıyamadığıma
pahalı bir masalda
ucuz bir kahramanım

                              15 Ocak 08
                                            Nilüfer





















sırp zındığı


seni anımsamıyorum
kendimi unuttuğum kadar

metafor rastlantılar
kutsal kitaplarda
birer anıdır
dikey korkulara boşalan
kış gecelerinde
Çin ü meçine yerleşirsin
bense gidemem yemene
Sırplar sırtlanlaşmışken

elimde bağlama
beni Boşnaklara bağlar
dilime dolanan hazin sözcüklerden etkilenerek

gırtlağı kesik bir adam
kesik gırtlağından
neler anlatır
bilir misin
hazır gelmişken
dinleyin madem
insan haklarının
kendi insanlıklarına uyanlarını savunanlar
ne denli denk dolap çevirir

yitik uykular solmadan
alışkanlıklarımdan
karanlık ilişkiler seçiyorum
yeni umutlar doğurmadan
yeni kuşkular
yerlerini terk etmeden kelimelere
dokunsak
siyah beyaz fotoğraflar eskir
dağılır
irin toplayan çocukluğumuza

şiirin ve tanrının hayâletleri
eksik bir sözcük gibi girer aramıza
yağmuru açık bıraksak
alır gözlerimizi
dünyayı dolduran bir dizede
sen öfkelenince

kameralar sokaklarda
çocuk cesetleri topluyor
gür bir kadere
oysa kan
ayan beyan akıyor

Boşnak cesedi yiyip
Boşnak kanı içiyoruz
bizler
yani insanlar
insanoğlu insanlar
güzellik yarışmalarında
cinsellik geliştiriyoruz
çıplak mankenlerin
çıplak yerlerine sürtündüğümüzü sanarak

lirik bir resim onaylıyorum
ertelenmiş söylemlere
atasözlerinden
bir yağmurun izlerini taşıyan kent için
ne senin önemin kalıyor
ne benim zamansızlığım
puslu bir ayna gibi
gizemli çağlarda
kendimizi sırlıyoruruz
kendimizi zırlamamak için

Ocak'92
ANKARA










insan aynı insan


toplanmış körler
bir dilim mevsime
zevkten uyurken
sokaklar sahipsiz
yarı mavi
yarı sarı geliyor
uzak sahillerden
unutulmayan şarkılar gibi
hacimsiz yaşıyorum hafızalarda


bu nasıl gök
bu nasıl çeşme
harap varlıkların dünyasında
bir ahenk uzunluğu sessizlik
ve
gece yarısı serinlik
tatlı sulardan geçer
bir alabalık
hâşâ
kalabalık
meçhul bir kızı atomlarına ayırarak


insan aynı insan
yüzyıllardır
yer yüzü darmadağın
herkesin içinde bir hayvan
bir başka hayvanla boğuşur durmadan


bir militan farkında sanki
içimizden geçenlerin
ardı arkası yok
değişir
aydınlık ölçüleri
kendi derinliklerinde
kendi doruklarında
kendilerini yaşarken


denizle kıyılar sevişir
rüştünü ispatlayan çocuklar gibi
ürkek
baş dönmeleri
oysa
biz
kendimiz
olmaktan yorgunuz
kendisi olamayanlarla uğraşmaktan
bıktık
usandık
yeni yetme rejimleri tanımaktan / tanıttırılmaktan


bayrak
uğruna canlı öldüğümüz
örtü olsun istemedik tabutlara
istemedik kefen olmasını da
istikbaldi o
göklerde
umuttu
ve
unuttu
birilerinin peşindekiler
fırtınaya koşan ağaçlar yüzünden


bir kükürt üfürülüyordu yangınlara
bir böcek parçalanıyordu
uzakta yaralı deniz
yüklerini bırakarak
yıldızlara binek oluyordu
ben olamam
üstelik deniz/de değilim
ruhumu seyredeyim
aynaların aralığından

1993















sayıklama



yalanlı bir bütün
seçtiğim yıllık ölüm
bendeki son alışkanlık
nereye otursam
güneş karalarım
koyu bir yorgunluk altında
on altısında
sevmeyi öğrenenler için
yaşam nedir sizce


heyecandan kaldırımları omuzlamıştım
ayakucumda dünyayı tutuyordum
parmak ucumda aklımı oynatmamak için
domino oynuyordum
solgun gölgemle
avunamıyordum yine de

bütün zamanlar kalabalık
sabahlar
öğleden sonralar
kalabalık insanlar
kalabalık sıkıntılar
ikramiye gibi dağıtsam sıkıntılarımı
sevineceğim
aşkları ve kadınları tanıyorum
yasemin kokuyorlar
umurumdakiler
aklımdan geçirsem
utanırım
kızarırım
beceremem oldum olası
güzelliği güzelce yaşamayı

insanları tanıdıkça tanıyorum dünyayı
şehirlere bir kadın gibi sokulan
kayıp bürolarına yakınları için başvuran
bulutlardan ve yağmurdan medet uman
çareleri çaresizlikte arayanlardan tanıyorum
güneşe ve maviye ait ne varsa

insanlarla sokakları düşünsem
bir şarkı oluşur belleğimde
hiçbir ortama uygun olmayan
bir şarkı
söylüyorum işte
“gel beni sarhoş edelim”
ve
çekip gidelim buralardan


bana şimdi dönmeyeceğimiz bir yerde olduğumuzu söyle
gözlerinde kalabalıklaşmadan zaman
dokunsan güçleniyorum
bir eksik bir fazlanın çarpılmasından
çıkan
barışı ölüler yadırgıyor
sürem aynı sürem
ısı aynı ısı
ıssız bir toprak altı
üstü türbe
geceyi sessizce okuyanlar için
susmak en iyisi
  












dağların olayım dolaş beni


enkaz gibiyim
poyraz sevişmekten
sizi tanıyor gibiyim
görmüş gibiyim sizi
maviye yakalanmış
balık bakışlarınız
hele konuşmanız
hüzzam bir şarkı
ülke sorunlarını konuşurken


kör bir kız kendini seyrediyor
aynaların önünde
saçlarını tarıyor
yüzünü arıyor
kendini
ve kendinin olmasını beklediğini bekleyerek
nasıl değiştirecek
asıl değişmeyen dünyayı


karanlık bakışırız
ne yöne dönsek
misissipi ve seni görürüz
- Kızılırmak ve Aras görecek değiliz ya -
su kenarlarında
kavdan şiirler yaparız
gülünç ve gösterişsiz
bir kızın saçları dağılsa rüzgarda
ege kıyıları olur
her akşam
eve deniz götürmezsek
kan revan olur
rüyalara bilenmiş kadınlar
biçimsiz bir içtenlik solur


ellerimizin arasında
bir kuş çırpınır
bir kaş çatılsa da 

çatılmasa da
kuş kendini güvende bulmaz
eller güvenli olsa da 






güven güvenli değil
halk ve hükümet gibi


gülmenin tadını çıkarmaya çalışmıyorum
çalışsam eskiyecek çalıştığım şeyler
yıpranmış bir karanfil gibi
dokunsam dökülecek
nasıl söylesem
ayıp bir masalı söyler gibi
uzun denemelerden
kısa düşünmelerden sonra


bir kadın inceltirim tanrıya
geceleri yalnızlıktan korka korka
yağmura karşı durabilsem
çabalarım kayda geçmiş çocuklara döner
çocuklar yukarıdakilerin kokusunu dener


bu güz yıkandım
beklediğim ürküntülerle
sürmene oyunları gibiydi
düşünürken yitirdiklerimi
dedem tütünü
ninem peyniri anlatırdı
İnönü'den söz edilince
şimdi onlar öldü muradına
biz çıkalım yaya kaldırımına
incelik ve kibarlıklara kurban gidebiliriz
'Allah'ın dediği olur.'ken
bizim dediğimizin ne önemi var

10 Aralık'94
Ankara























gül ay ve yeşil geceye şiir




gül
yitik bir aşkın unutulmuş gölgesi
avuçlarımda çözülür yaprak yaprak
eskiterek yaşamımızı
dağıtır gülümseyişiyle
korkular yağdırır
ışıl ışıl
gönüllere
çiğle kaplı
kanlı teninden
ve
 

siyah beyaz fotoğraflardan
uzun bir öpüşü canlandırıp
ağızlar ve gözler ulaştırır

ay
iki yarım küredir
geceye bölünen
o dinsiz çığlıkla yükselirken
ne karşılık verecek
dönen tekerlek
acımasızlığın kan dökücü şelâlesi
dağların ardında
güllere dokunur
bir yolcu gibi
karanlıkla yarışan
fosfor olur
yaprak yaprak düşer geceye

yeşil saçlarını karaya boyar
resim gibi
asılır
karanlık duvara
dağlar
umursazlığa buyanır
bu kentin yeşil geceleri
bıçkıyla yanlış yerinden kesilen
umutlar
ne işe yarar
ürkek türkülerde

şimdi olmayan her an
körlerle göz göze geldiğim zaman
is bırakırım
sesimin tedirgin yalazından
karanlık kimliklere
karanlık bir insan
yeni direktifler hazırlarken
sorgusuz sualsiz
sen çıkagelirsin
tenimin rengi değişir
heyecan ve utangaçlıktan

bu şiir seni aramaya çıkmış
en yeşil gecede
yüreğim yuvarlanmışken buhran çukuruna
beni nerede bulacak
körkütük şairim
kim bilir hangi şiirdeyim

saatler son limana yaklaştığında
sağanak bakışlarda
yeşerir ve serpilirim
yanardağ sabrıyla
sana varmak için
gecenin yeşermesi gerekmez

Eylül 89
Ankara







 
 
  Bugün 3 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!  
 
düş geçitİ beni kimliği bozuk bir cumaya bağladım. sizi okuyorum yazılmamış satırlarda. ellerim denizi rengine göre çalkalamakta. iki uzun bir kısa... musada asa, bizde kalem... 'size selam getirmişem.' siz ne getirmemişsiniz kendinizi tanıtacak. buyrun... kaleminiz mikrofon, sözcükler sesiniz olsun. hayırlısı olsun. her gün bir mevsimi tersinden yaşıyorum. koşuyorum iklimden düşmüş bir ülkenin sokaklarında. yarı çıplak... lacivert öpücükler bırakarak vitrinlere... size geliyorum... kapınızı aralık bırakın loş bir ışık sızsın içeriden. dışarıdan gayr-i resmî acılar... kuşatılmış kale gibi sarınca bedenimi... tüm bakışlar resmî geçitte... acele huzur aranıyor, ama nerde... sokaklara parke yerine tülbent döşeniyor... üşeniyor kırmızı balıklar deniz suyu çiğnemeye... bense karanlık bir bakışa elense çekiyorum. ellerim meydanlarda kurak duygular topluyor. sulak mehtapları âşıklara peşkeş çekerek... sıkıntı çekerek halat çeken denizciler gibi... bakır sülfat kokluyorum. kendimi kendinize saklamak kaygısı içinde yaramaz çocuk kılıyorum. namaz kılmayı bıraktığımdan beri. kendimi kınıyorum... kınından çekilmiş hançer kelimeler... sayısız mezarın duygularını sayılı insanların yüreğine gizler... gizler, koyu tenli zenciler, yavaş okunan divanı kokuşurlar, deri kılıflı bir kitabın yıpranmış sayfaları arasından sizi seyretmekteler. herkes birbirini seyrediyor ankaraya halk kazığı dikildiğinden beri, çoban çeşmesi tatsız tuzsuz akmakta. siz ne dersiniz... 19 Ocak 08 Nilüfer Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol