RADYO DÜŞ GEÇİTİ (Osman Aktaş)
  Mensur Şiirler
 













  



bir veda partisinde veda hutbesi

 

sanki seni tanıyorum. aynı sokaktan geçmiş gibiyiz. bir sinema salonunda karşılaşmış gibi, göz göze gelmiş gibi, kızarıp kızarmadığımızı anlayacak kadar bakmamış gibi… sanki seni tanıyorum. bir başka dünyada yaşayıp, bilmediğimiz olaylar sonucu birbirimizi yitirmişiz. ya sen... sen hiç bir şey anımsıyorsun, değil mi? sen siyah-beyaz fotoğraf, ben henüz kameraya konmuş, ama çekim yapılmamış film. ben de siyah-beyazım aslında. şu renkli dünyada kendine renk edinemeyen türden.

 

çok yalnızım sevgili dostum. çok yalnız… robenson cruseden yalnız. o yalnızlığı yazgı sonucu benimsemek kıyınındaydı; oysa ben, topluma kendimi dışlatarak kalabalıkta yalnızlık seçkisi yapan ben, yazgımı kendim yarattım seni tanımadan önce, bir tanrı vardı durmadan konuştuğum. iyi bir dinleyici olan tanrı… o tanrı … konuşmasını tamamlamıştı sorularım yanıtsız, konuşmalarımız bir gizdi aramızda. sonra sen, sen çıktın karşıma. karşım imgelemimi çizdi boydan boya. sana kızdıkça tanrıya yakarıyorum. tanrıya kızdıkça şiire. kuşkusuz seninle de aramızda bir yakınlığımız oldu. hatta yakınlıktan da öte… seni önce bayram namazı gibi düşündüm, sonra cuma namazı… baktım ki sen beş vakit denetliyorsun beni. utandım, kızardım; vaz geçtim alışkın olmadıklarımdan. sana koşmaya başladım. gözümün alabildiği her şey sen değildin. ama öyle olsun istiyordum. her gün sabahlamaya başladım seni.

 

görüyor musun, seni anlatırken sözcükler denetimden çıkıyor. nasıl anlatsam, kime anlatsam, niçin anlatsam... biliyorum ki, yolların kesiştiği kavşakları bizler yapmalıyız. araç-gereci birbirimizden bulup buluşturarak… eğer geç kalmadıksa… bir çay içimi zamana gereksinim var. ama o zaman bazen an, bazen uzun metrajlı film gibi uzayıp gidiyor sevgili bayan. sahi “Yeni Karamürsel”den mi giyiniyorsunuz? yoksa “Vakko”dan…

 

çizgi film kahramanları gibiyiz. ereklerimiz için yaklaşıyoruz, yaklaşıyoruz; fark edilecekken saklanıyoruz. sonra yeni baştan aynı sahneler… biliyoruz, an gelip yitirebiliriz… ama ya cesaretimiz, ya aklımız, ya paramız yok.”ne olacak sonumuz” diyoruz ancak… soru işareti kullanmıyoruz. niçin mi? dilcilere sormalı, bilimsel veriler ortaya koyabilirler. aslı astarı olmasa da…

 

hani bir gün, bir zamanı tahlil etmiştin. ben de sıkışıp kalmıştım bedenime. hiç duymadığım konuyu dinler gibiydim. oysa sen, zamanı tahlil ederken, ben kendimi tutmaya çalışıyordum, içimdeki depreme dayanıklılığımı kanıtlamak için. çayınız soğudu buyurun için. pardon, affedersiniz ya da özür dilerim (bırak allahını seversen) fantanız ısındı… böyle de söylenmez değil mi? olsun konuşuyorum işte. size fırsat tanımamak için. fırsat tanırsam, belki bir şey söylersiniz. ya sevinçten, ya üzüntüden düşüp bayılabilirim. sonra çaylar, yok fantalar dökülür, gününüzü berbat edebilirim. oysa yüzümün doğal rengiyle ayrılmak istiyorum. hiç bir şeyi berbat etmeden. sadece sizi umursuyorum…

 

artık sizinde söyleyeceğiniz vardır, değil mi? bir gün ben de sizi dinlerim. intiharı annesine soran çocuk merakıyla. hoşça kal sevgili dostum. gelmeyecek otobüsümü kaçırabilirim.

 

                                          10 Mayıs 94

                                      Ankara

 










düş geçiti



beni kimliği bozuk bir cumaya bağladım. sizi okuyorum yazılmamış satırlarda. ellerim denizi rengine göre çalkalamakta. iki uzun bir kısa... musada asa, bizde kalem... "size selam getirmişem." siz ne getirmemişsiniz kendinizi tanıtacak. buyrun... kaleminiz mikrofon, sözcükler sesiniz olsun. hayırlısı olsun.
 

her gün bir mevsimi tersinden yaşıyorum. koşuyorum iklimden düşmüş bir ülkenin sokaklarında. yarı çıplak... lacivert öpücükler bırakarak vitrinlere... size geliyorum... kapınızı aralık bırakın loş bir ışık sızsın içeriden. dışarıdan gayr-i resmî acılar... kuşatılmış kale gibi sarınca bedenimi... tüm bakışlar resmî geçitte... acele huzur aranıyor, ama nerde...

sokaklara parke yerine tülbent döşeniyor... üşeniyor kırmızı balıklar deniz suyu çiğnemeye... bense karanlık bir bakışa elense çekiyorum. ellerim meydanlarda kurak duygular topluyor. sulak mehtapları âşıklara peşkeş çekerek... sıkıntı çekerek halat çeken denizciler gibi...


bakır sülfat kokluyorum. kendimi kendinize saklamak kaygısı içinde yaramaz çocuk kılıyorum. namaz kılmayı bıraktığımdan beri. kendimi kınıyorum... kınından çekilmiş hançer kelimeler... sayısız mezarın duygularını sayılı insanların yüreğine gizler...


gizler, koyu tenli zenciler, yavaş okunan divanı kokuşurlar, deri kılıflı bir kitabın yıpranmış sayfaları arasından sizi seyretmekteler.


herkes birbirini seyrediyor ankaraya halk kazığı dikildiğinden beri, çoban çeşmesi tatsız tuzsuz akmakta. 

siz ne dersiniz...


19 Ocak 08
  Nilüfer















 
 
  Bugün 10 ziyaretçi (13 klik) kişi burdaydı!  
 
düş geçitİ beni kimliği bozuk bir cumaya bağladım. sizi okuyorum yazılmamış satırlarda. ellerim denizi rengine göre çalkalamakta. iki uzun bir kısa... musada asa, bizde kalem... 'size selam getirmişem.' siz ne getirmemişsiniz kendinizi tanıtacak. buyrun... kaleminiz mikrofon, sözcükler sesiniz olsun. hayırlısı olsun. her gün bir mevsimi tersinden yaşıyorum. koşuyorum iklimden düşmüş bir ülkenin sokaklarında. yarı çıplak... lacivert öpücükler bırakarak vitrinlere... size geliyorum... kapınızı aralık bırakın loş bir ışık sızsın içeriden. dışarıdan gayr-i resmî acılar... kuşatılmış kale gibi sarınca bedenimi... tüm bakışlar resmî geçitte... acele huzur aranıyor, ama nerde... sokaklara parke yerine tülbent döşeniyor... üşeniyor kırmızı balıklar deniz suyu çiğnemeye... bense karanlık bir bakışa elense çekiyorum. ellerim meydanlarda kurak duygular topluyor. sulak mehtapları âşıklara peşkeş çekerek... sıkıntı çekerek halat çeken denizciler gibi... bakır sülfat kokluyorum. kendimi kendinize saklamak kaygısı içinde yaramaz çocuk kılıyorum. namaz kılmayı bıraktığımdan beri. kendimi kınıyorum... kınından çekilmiş hançer kelimeler... sayısız mezarın duygularını sayılı insanların yüreğine gizler... gizler, koyu tenli zenciler, yavaş okunan divanı kokuşurlar, deri kılıflı bir kitabın yıpranmış sayfaları arasından sizi seyretmekteler. herkes birbirini seyrediyor ankaraya halk kazığı dikildiğinden beri, çoban çeşmesi tatsız tuzsuz akmakta. siz ne dersiniz... 19 Ocak 08 Nilüfer Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol